Türkiye ekonomisinin nabzını tutan en önemli göstergelerden biri olan yabancı sermaye hareketleri, geçtiğimiz hafta piyasaları allak bullak eden bir tablo ortaya koydu. Ekonomi yönetiminin aylardır sürdürdüğü sıkı para politikası ve ortodoks politikalara dönüş söylemlerinin ardından Türkiye’ye yönelen sıcak para, beklenmedik bir şekilde yön değiştirdi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) kamuoyu ile paylaştığı verilere göre, yurt dışında yerleşik kişiler 5 Haziran ile sona eren haftada net 1 milyar 637,1 milyon dolarlık Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) satışı gerçekleştirerek son dönemin en büyük çıkışlarından birine imza attı. Bu şok edici satış, yabancıların Türk lirası cinsi varlıklara olan bakış açısının sorgulanmasına neden olurken, atılan normalleşme adımlarının kalıcılığına ilişkin endişeleri de körükledi.
Piyasalarda soğuk duş etkisi
Haziran ayının ilk haftasında yaşanan bu gelişme, özellikle Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek öncülüğündeki ekonomi yönetimi için kritik bir sinyal olarak yorumlanıyor. Seçimlerin ardından göreve gelen yeni ekibin temel amacı, rasyonel politikalara dönerek yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmek ve makroekonomik istikrarı sağlamaktı. Bu doğrultuda atılan adımlar, özellikle politika faiz oranının kademeli olarak yüzde 50’ye yükseltilmesi, başlangıçta yabancı yatırımcılar nezdinde olumlu karşılanmış ve DİBS piyasasına milyarlarca dolarlık giriş yaşanmıştı. Ancak son açıklanan veriler, bu olumlu havanın dağılmaya başladığına işaret ediyor. Gerçekleşen 1,6 milyar dolarlık devasa satış, yabancıların faiz gelirinden elde ettikleri kazançları realize ederek pozisyonlarını kapattığı ve risk algılarının değiştiği şeklinde yorumlandı. Bu durum, Borsa İstanbul ve döviz kurları üzerinde de dalgalanmalara neden olabilecek bir potansiyel taşıyor.
Ekonomi programına güven mi sorgulanıyor
Piyasaların yakından takip ettiği yabancı yatırımcı hareketlerindeki bu keskin dönüş, “Ekonomi programına olan güven mi sarsılıyor?” sorusunu gündeme getirdi. Yabancıların DİBS’ten bu denli güçlü bir şekilde çıkış yapmasının ardında birkaç önemli neden yatıyor olabilir. Bunların başında, Türkiye’de bir türlü kontrol altına alınamayan yüksek enflasyon geliyor. Yüksek faiz oranlarına rağmen enflasyonun yapışkan bir seyir izlemesi ve geleceğe yönelik beklentilerin bozulması, reel getiriyi eritiyor. Yabancı yatırımcı, elde ettiği nominal faiz kazancının enflasyon ve kur riski karşısında ne kadar korunduğunu dikkatle hesaplıyor. Enflasyonla mücadelenin beklenenden daha uzun süreceği ve zorlu olacağı beklentisi, yatırımcıları Türk lirası cinsi varlıklardan uzaklaştırıyor olabilir. Özellikle hizmet enflasyonundaki katılık ve yönetilen/yönlendirilen fiyatlardaki artışlar, TCMB’nin dezenflasyon patikasını zora sokan unsurlar olarak öne çıkıyor. Bu durum, DİBS gibi sabit getirili menkul kıymetlerin cazibesini azaltan en temel faktör olarak görülüyor.
Faiz ve enflasyon ikilemi yatırımcıyı neden korkuttu
Yabancıların bu denli büyük bir satış yapmasının bir diğer olası nedeni ise faiz politikasının geleceğine yönelik belirsizliklerdir. Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 50 seviyesinde sabit tutması ve ek sıkılaşma adımlarına yönelmesi, piyasalar tarafından faiz artırım döngüsünün sonuna gelindiği şeklinde algılandı. Zirve faiz oranından pozisyon alan yatırımcıların, faizlerin daha fazla artmayacağı beklentisiyle kâr realizasyonuna gitmiş olmaları güçlü bir ihtimal. Ancak bu durum, aynı zamanda ekonomi yönetiminin siyasi baskılara karşı ne kadar dirençli olacağına dair bir test niteliği de taşıyor. Gelecek dönemde olası bir erken faiz indirimi döngüsüne girileceği endişesi, yabancıların pozisyonlarını şimdiden kapatarak riskten kaçınma stratejisi izlemesine yol açmış olabilir. Bu nedenle, TCMB’nin önümüzdeki dönemde vereceği mesajlar ve para politikası duruşundaki kararlılığı, sermaye akımlarının yönü açısından hayati önem taşıyacak. Yabancı yatırımcı, sadece bugünkü yüksek faize değil, bu politikanın sürdürülebilirliğine de yatırım yaptığını unutmamak gerekiyor.
Riskli varlıklara yönelişin arkasındaki sır perdesi
DİBS piyasasındaki bu büyük fırtınaya rağmen, aynı hafta içerisinde yabancıların hisse senedi piyasasına net 51,3 milyon dolarlık bir giriş yapması dikkat çekici bir tezat oluşturdu. Bu rakam, DİBS’teki çıkışın yanında oldukça cılız kalsa da yabancıların Türkiye’den tamamen umudunu kesmediğini, aksine risk iştahlarında bir ayrışma yaşandığını gösteriyor. Yabancılar, ülkenin makroekonomik risklerini yansıtan devlet borçlanma senetlerinden kaçarken, büyüme potansiyeli gördükleri, ihracatçı ve döviz geliri olan Türk şirketlerine yatırım yapmayı tercih ediyor olabilirler. Bu durum, “ülke riski” ile “şirket riski” arasında bir ayrım yapıldığını ortaya koyuyor. Yabancıların Borsa İstanbul’da seçici alımlar yapması, Türk şirketlerinin bilançolarına, kârlılıklarına ve geleceğe yönelik potansiyellerine güvendikleri, ancak ülkenin genel enflasyon ve kur riskinden korunmak istedikleri şeklinde okunabilir. Yurt dışında yerleşik kişilerin 30 Mayıs itibarıyla 27 milyar 626,7 milyon dolar olan toplam hisse senedi stoku, bu küçük alımla birlikte 5 Haziran haftasında piyasa değeri artışının da etkisiyle 29 milyar 29,1 milyon dolara yükseldi.
Gözler gelecek haftaların sermaye akımlarında
Geçen hafta aynı zamanda, yabancıların 10,4 milyon dolarlık Özel Sektör Tahvil ve Bonoları (ÖST) alımı yapması da bu seçici risk iştahını destekleyen bir diğer veri oldu. Devletin borçlanma kağıtlarından çıkan yatırımcının, özel sektörün borçlanma araçlarına küçük de olsa bir ilgi göstermesi manidar. Tüm bu veriler ışığında, önümüzdeki haftalarda yabancı sermaye akımlarının seyri Türkiye ekonomisinin kaderi açısından belirleyici olacak. DİBS piyasasındaki satışların devam edip etmeyeceği, döviz kuru üzerinde baskı yaratıp yaratmayacağı ve Merkez Bankası’nın bu duruma nasıl bir tepki vereceği piyasaların ana odak noktası olacak. Eğer bu çıkış tek seferlik bir kâr realizasyonu değil de bir trendin başlangıcı ise ekonomi yönetiminin yabancı yatırımcıyı yeniden ikna etmek için daha somut ve güven verici adımlar atması gerekecek. Aksi takdirde, dezenflasyon süreci ve finansal istikrar hedefleri ciddi şekilde sekteye uğrayabilir.